12 Mart 2013 Salı

Ne Olursa Olsun Yaşamaya Mecbursun


Bugün günlerden 12 Mart saat 18.20, Eskişehir'de Zonguldak'da üniversite hazırlık kursuna giderken tanıştığım arkadaşımın evindeyim. Şu an yanımda Çakal adında bir kedi var-ki hayvanlarla hiç aram yoktur- ara sıra bakışıyoruz fon müziğinde de Adele'in Don't You Remember şarkısı çalıyor şarkının "The reason you loved me before" bölümü var ki insanı alıp götürüyor. Arkadaşımda içeride yatıyor dün akşamdan biraz fazla kaçırmanın verdiği etkiyle aslında anlaşıp 18.05 seansındaki Kelebeğin Rüyası filmine gidecektik ama dışarı çıkar çıkmaz bastıran yağmur en fazla 5 dakika yürüme fırsatı verdi bize ve mecburen eve geri döndük. Dün biraz Eskişehir'i gezme fırsatı buldum, gittiğimiz Kültür Parkı'nda da artık gelenekselleşen video çekme huyumu yerine getirdim güzel ve samimi bir röportaj çıktı ortaya.

Yeşil Başlı Ördek from Turgut KOÇ on Vimeo.


Tezkereyi alalı 2 ay oldu ama bu ay 2 ay nasıl geçti hiçbir şey anlamadım ama bir şekilde yolunda gitmeyen şeyler var hayatımda. İçimdeki sorulara cevap alamadıktan sonra da gideceği yok, bunun yolu basit ama o kadar içimde karmaşık hale getiriyorum ki belki de bunlardan kurtulmak için Eskişehir'e kadar geldim, dedim burada aradığım cevabı bulurum değişiklik bana iyi gelir. Şöyle bir geriye dönüp baktığımda ne kadar çok insan hayatımda yaprak dökümüne uğramış; bazıları nişanlandı, evlendi kendilerine bir yaşam kurdular bazıları iş ve eğitim hayatındaki değişiklik nedeniyle farklı ortamlarda yer almaya başardılar. Hayat devam ediyor tabiki Bulutsuzluk Özlemi'nin dediği gibi Ne olursa Olsun Yaşamaya Mecbursun deyip önüme çıkan fırsatları değerlendirip bundan sonra daha kararlı bir şekilde önüme bakmaya çalışacağım.

19 Şubat 2013 Salı

Adı Anadolu Efes Ruhu Efes Pilsen

2006'da Oktay Mahmuti Efes Pilsen'den ayrıldığında çok sevinmiştim; takım çeyrek finallere çıkıyor Avrupa'da ama takım bir türlü Final-Four göremiyordu! Oktay Mahmuti takımdan ayrılınca 1992'den başlayan Aydın Örs-Ergin Ataman-Oktay Mahmuti geleneğide bitmiş oluyordu. Yine aynı yıl Efes Pilsen'in 30. kuruluş sebebiyle bir de belgesel çekilmişti.


Bu yıldan sonra takım çöküşe geçti. 15 yılda 3 teknik direktörle çalışan takım, 2006'dan sonra her yıl başarısızlıkla sonuçlanan sezonlarla sürekli koç değiştirir oyunculara para saçar oldu ama bir türlü başarı gelmedi hatta bu arada eski koç Ergin Ataman'a 2 sezon görev verildi ama umulan sonuçlar yine alınamadı. 2011-2012 sezonundan itibarende tütün yasası sebebiyle takım ismini değiştirmek zorunda kaldı ve biz Efes Pilsen'lileri çok sinirlendiren bir gelişme oldu. 2012 yılında çekilen Anadolu Efes reklamında ise takımın sempatisini yeniden kazandıran bir gelişme oldu ve reklam 1 ay boyounca tv kanallarında yayınlandı.


Bu sezon ise Oktay Mahmuti'nin takımın başına geçmesiyle acaba Efes Pilsen ruhu gelecek mi sorusu akıllara geldi. Ağustos'da askere gitmemden dolayı Ocak'a kadar takımımın maçlarını izleyemesemde geri döndüğümde hayretler içerisinde izlemeye başladım maçları. Evet evet dedim eski Efes Pilsen ruhu geri gelmiş! Bu kadar akıcı oynayan, her topun kıymetini bilen, ve en önemliside mağlubiyeti kabul etmeyen bir takım. Top 16'da ilk yarı sonra erdi ve "Efes" 6 galibiyet 1 mağlubiyetle Real Madrid'le zirveyi paylaşıyor.


Bu hafta Abdi İpekçi'de Cska Moskova maçı cuma günü saat 20'de başlayacak, Fenerbahçe perşembe günü Barcelona ile 19.45'de, Beşiktaş ise cuma 17.30'da Khimki ile karşı karşya gelecek. FB Ülker Barceloa'yı yenerse çeyrek final için umutlanma şansı artarken alınacak bir mağlubiyet matematiksel olarak olmasa da gruptan çıkma şansını mucizelere bırakacak.  













26 Ocak 2013 Cumartesi

NECİP FAZIL-MUHSİN ERTUĞRUL-HÜSREV



Kitabın türü piyes ve oyunda ana karakter Hüsrev’in "Ölüm Korkusu" eseriyle ün kazandığı, eserde incir ağacında intihar eden baba var daha sonra çocuğu da yine bu incir ağacında intihar ediyor. Aynı zamanda Hüsrev’inde gerçek hayatta babası İncir ağacında intihar etmiş. Hüsrev'in yazdığı oyunla kendi hayatında gelişen olayların benzer özellikleri taşıması komu alınıyor.
Necip Fazıl; Bir Adam Yaratmak’ı bakın kitap da nasıl tanımlıyor;
Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir kafa, bir çift göz, bir burun, bir ağız uydurmak. Ona göre bir beyin yapmak ve göğsünün içine bir “kalb” -kitapda bu şekilde yazılmış- takmak. Saat gibi işlesin, kanını vücudunda döndüren bir kalb. Bir kalb, anlıyor musun? Güya duyan, acılarına, sevinçlerine yataklık eden yer orası. Bir kalb. Bitti mi? Biter mi? Bu adama bir de kader çizmek lazım. Bu adam yaşayacak, gezecek, tozacak, başından bir şeyler geçecek... Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir surat ve kader bulmak... Nereden bulayım? Kendimi buldum.
Kitabın sonunda 8 Temmuz 1937… Gece yarısı… Perşembe… 63 numaralı maden ocağı… Zonguldak. Eserin yazılış hikayesi ve ilk temsili hakkında bilgi veriyor yazar. Kitabı yazmak için Zonguldak’a kadar gitmiş, ilk oyunu “Tohum” tutmayınca bu kararı vermiş. Harbiye’deki tiyatro salonuna ismi verilen Muhsin Ertuğrul’da bu oyunun gösteriminde Hüsrev karakteriyle yer almış.  Oyun 1937-1938 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda gösterime girmiş. Necip Fazıl her gün gizlice oyunları izlemeye gider ve devamı kendi sözleriyle şöyle anlatıyor;
Su gibi akan eserde bir virgül yanlışı olsa hemen sahnenin arkasına koşuyor ve yanlışı haber veriyorum… Bir akşam yine böyle bir şey için sahneye koştum ve Muhsin’i locasında, üzerinde beyaz bir bornozla gördüm. Tenkidimi yaptım. O zaman Muhsin bornozunu açtı ve koltuğunun altındaki dereceyi gösterdi: 38 ateş… - Bak, dedi Muhsin; ben ateşle oynuyorum senin eserini… Hasta da değilim!...  Bu tavır karşısında düştüğüm hasis hesaplardan utandım ve ondan af diledim.

24 Ocak 2013 Perşembe

TÜFEK BIRAK



BİRİNCİ BÖLÜM

“T.C. Jandarması emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunması sağlayan, diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yetiren silahlı askeri güvenlik kolluk kuvvetidir.” 
“Bugün günlerden 27 Ekim akşamı saat 21” diye yazıyor önümdeki kağıtta, santral odasında oturmuş 2 aylık askerliğimi yazıya dökmüşüm.
KASTAMONU GÜNLERİ

5.Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı; Kastamonu’nun Gölköy bölgesinde bulunan 9 bölük 2 taburdan oluşan alay yaklaşık 3 bin kişiyi barındırıyor içinde. 5 hafta süren acemilik dönemi boyunca ilk hafta dinlenmeyle, kayıt işlemleriyle ve kurban kesimiyle geçiyor. İkinci haftada ise G3 piyade tüfeğiyle eğitim veriliyor;  belki de 5 haftalık eğitimin en önemli haftası, silah atışınıda ilk bu haftada yapılmaya başlanıyor. Aynı zamanda bu hafta da bölükler kendi marşlarını –bizim bölüğün(3.) marşı İzmir marşıydı- ve jandarma marşını öğrenip koğuşlardan eğitim alanlarına giderken bu marşları söylüyorlar. Bu yürüyüşlerde aynı zamanda “şehitler ölmez vatan bölünmez”, “her türk asker doğar” şeklinde 4 kelimeli sloganlar atıp, sol sol adımlar halinde 260 kişilik bölükler belli bir ritmle yürümeyi öğreniyorlar aynı zamanda. 3. hafta hem yorucu hem de keyif verici bir hafta çünkü bu hafta yemin töreni haftası. Gereksiz yürüyüşler ve provalar yapılır bu haftada, sıcakta bayılan askerler yine bu haftada görülür. 4. ve 5.hafta da ise Jandarma eğitimleri görülür; bu haftalar hem dinlenme olarak geçilir hem  jandarmanın genel işleyişi hakkında bilgi sahibi olunur hem de silahla son atışlar bu haftalarda gerçekleşir.
Eğitimde en büyük sıkıntılar bitmek bilmeyen kuyruklar, ikliminin sert geçmesinden dolayı sürekli rahatsızlanan askerler, havaların çok sıcak geçmesine rağmen haftada 2 gün bonya-sadece 5 dk-, yemekler… Alay hakkında tek hatırladığım güzel şey her akşam 1 lira vererek gittiğim sinemaydı. 12 Ağustos  günü başladığım acemi birlik 15 Eylül sabahı bitti.


RİZE-FINDIKLI

16 Eylül günü Rize’ye ulaşıp İl Jandarma’ya teslim oldum. 17 Eylül günü sabahı kura çekimi için bizi topladılar. 12 ilçesi bulan Rize’ye 60 kişi gelmiştik Kastamonu’dan, çektiğim kura sonucunda da Fındıklı ilçesi çıktı. Kuranın akşamında da 3 kişiyle karakola teslim olduk.
Fındıklı ilçesi Rize’nin 60 km doğusunda yaklaşık 10 bin nüfusu bulunan, 23 köye sahip, geçim kaynağı başta çay, fındık, kivi olmak üzere tarım ve kerestecilik olan küçük şirin bir ilçe. Etnik yapısına bakacak olursak yerel hakın yanında Gürcistan’a yakın olması sebebiyle Gürcülerinde bulunduğu yarıcılık yapmak için gelen Ordular’ı da barındıran bir yer.
Karakola geldiğimizde yaklaşık bir düzine asker bulunmaktaydı. Askerlerin çoğu da iç hizmetde- aşçı, şoför, santral , kazancı, kantinci- kullanılmak üzere görevlendirilmişti. 10 günlük bir alışma sürecinin sonucunda artık göreve başlamışken alaydan gelen mesajla şoför eğitimi için alaya çağrıldım. Orada da yaklaşık 10 günlük bir eğitim sürecinden sonra Ekim’in 12’sinde gece çavuşluğu yapmaya başladım.



İKİNCİ BÖLÜM

“Askeri,mülki, adli ve diğer görevleri yerine getirmek için belirli bir bölgeye çıkarılan en az iki kişiden oluşan silahlı jandarma kuvvetine devriye denir.”
“Bugün günlerden 21 Aralık” diye başlıyor bir sonraki kağıdımda, diğer notumdan tam 2 ay geçmiş. O ana kadar yaşadığım olaylara kısaca değinmişim.
Ekim;
-Şoför eğitimi , -Gece çavuşluğuna geçişim - Telsiz görüşmelerinden saldırı ihtimalinin oluşması bu yüzden saldırı-sabotaj alarmının verilmesi, - İlk devriyeye çıkışım(türkcell baz istasyonu kurulmasına karşı olan köylülelerin eylem yapması) , - 2 kişinin öldüğü ve şoförün kurtulduğu trafik kazası , - Daha önce canlı olarak görmediğim sadece fotoğraflarla neye benzediğini gördüğüm kenevir bitkisini bir köylünün bahçesinde aramak.
Kasım;
- Gündüz çavuşluğuna geçişim, -Kod devriyelerine katılma, gürcü otobüslerine arama yapma, - 1914-1916 Rus Savaşında hayatını kaybeden şehitlerimizin bayraklarını yenileme, -Uzman çavuşlardan Mesut Uzman’ın yazımı beğenmesinden dolayı yaklaşık her gün tutanak tutmaya başlamam, -Tarık Uzman’ın(olay ve istihbarat elemanı) günlük evrak işleri için beni görevlendirmesi. (Hemen hemen her gün emniyet, kaymakamlık, nüfus, ptt’ye gitmek…..)
Aralık ayına geldiğimizde ise tekrardan gece çavuşluğuna geçecekken geceye tekrar geçmek istememem sonucu asayiş eri olarak göreve devam ettim. Bu zaman diliminde akşama kadar genelde evrak işleri geceleri ise herhangi bir olay durumunda devriye ve nöbet görevini üstlendim.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

“Askerlik mükellefiyeti altına giren şahıslar ile özel kanunlarla TSK’ya intisap ettirilmiş, resmi bir kıyafet taşıyan, erden mareşale kadar rütbeye haiz olan kimselere asker denir.”
Fındıklı İlçe J.K.lığı 23 köyde meydana gelen her türlü olaya bakıyor. Bunun içinde sel,yangın, yola kaya düşmesi gibi doğa olayların yanında, köylülerin kendi husumetlerinden çıkan kavga, kız kaçırma, arsa anlaşmazlığı gibi durumların yanı sıra bir köylünün ineğini kaybetmesinin sonucunda jandarmayı arayarak ineğimi kaybettiğime kadar gidebiliyor. Genel itibariyle jandarmanın asker olduğunu bildiği için köylüler jandarmaya iyi davranıp bol bol ikramlarda bulunduğu bu yüzden hem jandarma köylülere karşı hem de köylülerde jandarmaya karşı belli bir saygı ve sevgi içerisindeler.
Jandarma’da askerlik yapmanın da büyük avantajları  var elbette çünkü sivil hayatla iç içesin, devriyelere çıkmak, yeri geldiğinde 500m. uzaklıktaki çarşıya ulaşabilme imkanına sahipsin.  Ama asker sayısının az olmasından dolayı örneğin eli yüzü düzgün diye adamı aşçı yapıp içi pişmemiş nohut,fasulye yiyip, böreğin altını yanmış olduğunu görmek şaşırtmıyor insanı. 

                                                                             

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

“Kanunlara, nizamlara, amirlere mutlak itaat, astın ve üstün hukukuna riayet etmeye disiplin denir, askerliğin temeli disiplindir.”
Genelde hep karakoldan bahsettim yazımın sonunda da biraz askerlikten bahsetmek istiyorum. Çünkü “şafağını bilde konuş”, “bu şafaktan sonra ben mi yapayım”, “atarsa Zonguldak”, “şafak karanlık” gibi terimler askerlik haricinde duyamayacağınız şeyler.  
Karakola bölük, başındaki kişiye bölük komutanı denir. Her sabah askerlerin ve komutanların bölük komutanı karşısında hazır beklemesine de sabah içtiması denir. Askerlerin televizyon izlediği yere gazino, her askerin her öğünde hak ettiği yemek miktarına iaşe, duyurulması gereken mesajları belli bir kategoriye konularak imzaya sunulmasına tebliğ-tebellüğ belgesi denir.



BEŞİNCİ BÖLÜM

157 gün süren askerliğimin bitirmenin verdiği mutluluk var içimde. Askerde o kadar çok düşünme fırsatı buluyor ki insan bazen fazla düşünmek insanı daha fazla yormaya başlıyor. Bunun farkına vardığımda ise kendimi kitaplara verdim ve son 1,5 ayımı kitap okuyarak geçirdim. Mantıksızlığın içinde mantık aramak, her gün komutanım çekmek, emredersiniz komutanım demek, sabah 6’da uyanmak, her şeyden önemlisi özgür olamamak insanı her gün ister istemez gün saymaya itip sürekli sivil hayatı düşünmeye sevk ediyor. Belki 5 ay dediğin süre o kadar kısa gözükmeyebiliyor sivil hayattaki bir insan için ama askeriyedeyken o takvim farklı işliyor. İyisiyle kötüsüyle bitirdik askerliği en önemliside kazasız belasız…